İçine attıkları kaplıyor insanın aklını... O vakit kalbinin en karanlık, en soğuk noktasındaki sert rüzgârlar, geçmişte onu en çok kırdıkları yönden esiyor. Bir de, konuşurken hiçbir şey söylemeyebilirsiniz, fakat susarken değil demişler…
Cevher gibi insan ruhu, işlendikçe, yaşayıp yaşattıkça şekilleniyor kendi içinde. Bazen de yerle bir oluyor koca maden ve altında kalıveriyor insanoğlu. Bu yüzdendir’ ki insanlar susanı korkak, görmezden geleni aptal, affetmeyi bileni de çantada keklik sanıyor.
Mükemmeliyetçi bir karakterin kronik hastalığıdır her şeyi içine atma hastalığı. Mükemmeliyetçiliği ise kusursuzluk sanatı olarak tanımlamak mümkün ve hatta mutsuzluğa mahkûmiyettir.
Bir yerden sonra kötü olan bir özelliktir. Çünkü her şeyde bir kusur, bir eksik görmeye başlar insan ve mutlu olamaz kolay kolay. Hiçbir işin bitmediği, karşındakine anlatmak istediklerini anlatmayıp içine atarak süreci yönetme duygusuna neden olur, yorar, zordur.
Mükemmel olmayacaksa, hiç olmasın tarzı bir düşünüşle yola çıkıp, ortalama olan hiçbir şeye yer vermeme, bazen gereksiz ayrıntılarla fazla vakit kaybedip, asıl konudan kopma olarak nitelendirilebilir...
Ben bu kadar yapabiliyorum dan ziyade, daha iyisini yapabilirim diyenlerin içinde bulunduğu durumdur...Abartılması halinde kendini paralamaktan ve yapılan işleri tamamlayamamaktan başka bir işe yarar mı bilemem...
Durgun sular derin olur, durgun ve durağan insanlarda öyle… Her şeyi içine atan insanların, bir anda dışına dönmesi, yaratıcı sonuçları olan bir eylemdir, züccaciye dükkânına giren fil misali.
Kırgınlıkların, öfkenin ve hüznün dışa vurulmayıp kişisel kutuya gizlenmesidir.
Vardır evet herkesin bir sancı kumbarası; daha zor günler geldiğinde çıkarıp bakar insan ve şu dizeler dolanır diline:
Vardır evet herkesin bir sancı kumbarası; daha zor günler geldiğinde çıkarıp bakar insan ve şu dizeler dolanır diline:
Biz neler içtik, neler yedik, neler gördük, bak hala buradayız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder